12 Haziran 2011 Pazar

İnsdroid

Sabahtan beri çatada çutada çatada çutada… Bitmedi yine de… Neyse, yolumuz uzun, toparlıyorum çantamı, adaptörü falan tıkıştırıyorum bir şekilde.
Asansörde kollarını kıvırıyorum gömleğimin, dirseklerimin üzerine kadar. Otomatik kapıdan dışarıya adımımı atar atmaz sıkıştırıyorum sigarayı ağzıma, ama çakmağı masamda unutmuşum. Hiç te geri dönesim yok, hem de çakmak için!? Ama bu sigaranın da yanması lazım. “Yerim lan çakmağını!” çıkartıyorum cebimden Jedi kılıcımı, kaşlarımı falan tutuşturmadan yakıyorum sigaramı, kimseye de çaktırmadan yerine koyuyorum.
Karnım acıkmış, sokaktaki yürüyen bantta-uçan otobüse doğru giderken hissediyorum. Hemen cebimden çıkartıyorum termal kameralı, teleskoplu, altından isviçre çakısı çıkan, suya-darbelere dayanıklı, afetlere hazırlıklı, solar enerjili, bir sürü ıvır-zıvır özelliği olan, hatta çakmağı bile olan, ve nasıl cebime sığdığını anlayamadığım cep telefonumu. O an hatırlıyorum “Ulan Jedi kılıcını boşuna çıkardık demin, telefonun çakmağıyla yakardık sigarayı” diyorum. Neyse, cep telefonumdan evdeki buz dolabına bağlanıyorum efendim, bakıyorum; ne var evde, ne yenir? Kızarmış patlıcan ve kabak kapsülleri, döner beyti mineralleri, phoenix yumurtaları ve dinazor tşşağından başka bir şey yok evde. Ne yesek ki şimdi? Neyse efendim, hemen o hışımla açlığımın da verdiği itici güçle süpermarkete bağlanmaya çalışıyorum, olağan üstü telefonumla… Ama nereye bağlanıyorum? Bizim Muzaffer Abi’nin Süpermarketi hacklemişler, bütün trafiği de Hilmi Abi’nin markete vermişler. Hilmi Abi’nin işi mi acaba bu? Ulan, Hilmi Abi’ye de borcum var, iyi mi? Neyse, Hilmi Abi’den alış-veriş yapmamak için Sonay Ablanın Mikro Mantıcısına bağlanıyorum, maazallah Hilmi Abi’ye yakalanmayalım akşam akşam.
Uçan otobüse de geldim bu arada. Ama taaaaa bilmem kaç yılındayız, hala otobüse binmek için insanlar birbirlerini eziyor… Sıkıştım bir şekilde, uçuyoruz…
Siparişimi de verdim bu esnada, mikro küçük, minik, ufacık mantılardan söyledim kendime. Otobüs te çok sıcakmış, 60000mt yükseklikte çektiğimiz çileye bak. Yine çıkartıyorum tabi olağan üstü telefonumu. Hemen klimaya mesaj gönderiyorum, evi soğutsun ben gidene kadar…
Ulan hep te uzak galaksilerde çalışıyorum iyi mi? Bunca yıldır, bir bizim galakside çalışamadım, nedir benim bu yollardan çektiğim… Uçan otobüsün android muavini, göbeğindeki çip okuyucusu ile uzay aracının içinde tek tek yolcuları dolaşıyor ve indi-bindi, biniş o biniş ücretlerini topluyor.
Tam android’in göbeğine çipimi okutucam, “şlaakkk” diye bir ses ensemde, “noluyo amuagoyyym” derken, eş güdümlü iki şaplak daha kulaklarıma –sanırım bu dengemi bozmak içindi- galaksim döndü yani. Bir baktım Kenoboğullarından Obi-Wan!!
“Lan!” dedi, “sen o Tatooine gezegenindeki lavuk değil misin?” dedi.
-Yok abi ben bilmem Tatooine, matooine… Geonasis’liyim ben.
– … vay ben senin…
‘diye girişti bir daha Obi-Wan, kafama kafama vuruyor. Aldı cebimdeki Jedi kılıcını da. Meğer Obi-Wan’ınınmış kılıç… Abi dedim, ıvırzıvır.com’dan aldım dedim. Yok diyo Geonasis muharebesinde araklamıştın, bir rezil etti beni, bir rezil etti… Sonra atladı camdan, uçtu gitti kılıçla.
Tabi ben sendeliyoum hala… Muavin android geldi, meğer o da C-3PO imiş… Abi dedi, beni de gereksiz yere döverdi hep dedi. Anlattı da anlattı garibim, dolmuş iyice. Android mandroid, neticede onun da canı var. Para da almadı benden bu arada… Acıdım ben de ona, bize gittik uçan otobüsten inince.
Bir güzel yağladım ben bunu, kirini pasını aldım, temizledim.
Sonra,… sonra mı? Boy boy insdroidlerimiz oldu, mutlu-mesut yaşadık.
iyiboyle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsdroid

Sabahtan beri çatada çutada çatada çutada… Bitmedi yine de… Neyse, yolumuz uzun, toparlıyorum çantamı, adaptörü falan tıkıştırıyorum bir şe...